Monday, May 12, 2014



Saat Beşe Geliyordu...

       Karanlık bir yağmur vardı. Damlalar o mavi gökyüzünden değil, yerden yükseliyor gibiydi. Bunca kir pas bembeyaz bulutlardan geliyor olamazdı. Çarşambaların en çarşambasıydı. Arada kalmış, başlayalı çok olmamış, sonu ise hiç gelmeyecek gibi... Tıpkı onun hayatı gibi.

     Güneş beşer dakikalığına açıyor sonra dalga geçercesine yine yerini o kire pasa bırakıyordu. Saatine baktı. Zamanı kaybetmişti. Dakikalarca belki de saatlerce akrep ve yelkovanı izleyerek geçirebilirdi. Beşe geliyordu.

     Bir yerlere gidip içmek istedi. Daha erkendi. Hem tek başına bir kadının bu saatte bara gidip içmesi de ne demekti? Yanına gelip muhabbet etmek isteyecek adamları düşündü; vazgeçti. En iyisi sahilde oturmaktı. Bir kadın tek başına saat beşte pekala sahil kenarında oturabilirdi. Çok uzun oturmamalıydı ama yoksa deli derlerdi. Zaten insanlar hep bir şeyler derdi. Sahile gitti. Yağmur duruluyordu. Bir sigara yaktı. Başındaki şapkayı çıkarıp yanına koydu. Derin derin nefesler aldı sigaradan. Kızgınlığı ciğerlerindeymiş ve onu bastırmaya çalışıyormuşçasına derin nefesler. Olmadı. Ne içindeki kızgınlığı bastırabildi ne de öksürmesine engel olabildi. Çaysız gitmiyordu bu meret. Başını çevirdi. Çay içenleri gördü. Düşünmeden kalktı çay aldı. Keşke başka bir şey isteseydim diye geçirdi içinden. Sonra duraksadı. Başka bir şey istemiş olsa o anda sanki olacakmış gibi üzüldü. Oysaki tanrı sadece böyle ufak sürprizler yapardı ona. Belki de hep yanlış zamanlarda ona kulak veriyordu. Tanrı ona göre tıpkı psikologlar gibiydi. Psikiatriste gidip saatlerce anlatırsın (seans başına ücret aldıklarını düşünürsek saatlerce anlatmak dert olabilirdi o ayrı) seni boş gözlerle dinler, asla yargılamaz derdine ise asla çare olamazdı. Sana istediğini veremezdi. Kendin anlatır; kendin dinlerdin. Ağlarsan peçete uzatırlardı. Tanrı da çay gönderirdi.

   Hiçbir zaman çok inançlı olamadı. Belki de içinde doğduğu devirdi sebep, belki de doğduğu şehir, ülke, dünya...neyse neydi. Çay varsa hala umut vardı. Gülümsedi. Yüzüne dökülen saçlarını geriye attı. Deniz kokusunu içine çekti. Olmadı. Bu insanlar şehri ne ara bunca kirletmişlerdi?

   Kafasını kaldırıp denize baktı ama uzaklara. İşte şimdi güzeldi. Şimdi maviydi. O, sadece aşık olanlara mavi gözüken Tuna'ya baktığında bile mavi görebilenlerdendi. Marmara'yı mı mavi göremeyecekti? Hiç gelmeyeceğini bildiği bir şeyler bekler gibiydi. Hiç gelmese daha iyiydi. Zaten her gelen gitmemiş miydi? Bu sefer gelse belki de gitmez diye düşündü ama içten içe biliyordu: Giderdi. 

    Çayın son yudumuyla sigaranın son nefesini denk getirdi yine. Şapkasını almadı ama kırgınlığını, kızgınlığını aldı yanına. Banktan kalktı. Yüzünde nereye gideceğini bilmemenin verdiği kararsızlıkla uzaklaştı. Saat beşe geliyordu. 

25.03.2014
Moda



No comments:

Post a Comment